Depresyon Kavramının Tarihsel Gelişimi - 4

Prof. Dr. Cengiz Akkaya

Modern Dönem

Eski terminoloji ve sıvı kuramının izleri, kesin ve tartışmasız olarak bu dönemde kaybolmuştur. Emil Kraepelin (1856-1926)’i çalışmaları ile büyük ölçüde etkileyen, Wilhelm Griesinger (1817-1868) psikiyatrik hastalıkların beynin bir rahatsızlığı olduğunu ve beyinde meydana gelen değişimlerin sonucu ortaya çıktığını ifade etmiştir. Griesinger’in psikiyatrik hastalıklara neden olan beyindeki bu değişiklikleri keşfetmek için gerçekleştirdiği klinik anatomik çalışmalar, tartışmasız bir şekilde Biyolojik Psikiyatrinin temellerini atmıştır. Ancak Griesinger yaptığı tüm biyolojik çalışmalara rağmen psikiyatrik hastalıkların etyopatogenezinde çevresel faktörlerin oynadığı role vurgu yapmaktan da geri durmamıştır.

            Tanımlayıcı psikiyatrinin babası olarak kabul edilen Kraepelin, Pinel ve Esquirol’un açtığı yoldan ilerlemiş ancak hasta takip ve kayıt konusunu çok daha sistematik bir hale getirmiştir. Kraepelin 1883’te duygudurum bozukluklarını “manik-depresif delilik” olarak tanımlamıştır. Ancak Unipolar ve Bipolar depresyonu birbirinden ayırmayan bu tanımlama hala antik yunan tıbbındaki bütüncül melankoli kavramının izlerini taşımaktadır. Kraepelin depresyonu düşünce inhibisyonu, çökkün duygudurum ve irade zayıflığı ile tanımlar. Kraepelin kitabının 6. Baskısında manik-depresyonu, dementia praecox’dan ayırır. Böylelikle psikiyatrideki ilk ve en önemli ayırımlardan birisi gerçekleşmiş ve nevroz ile psikozun birbirinden ayırılmasının temelleri atılmıştır. Kraepelin depresyonun genetik olarak aktarılan biyolojik bir rahatsızlık olduğunu ancak çevresel faktörlerin hastalığı tetikleyebileceğini iddia etmiştir. Kraepelin’in depresyon etyopatogenezi ile ilgili bu çıkarımlarını yalnızca gözlem ve sıkı klinik takipler sonucu edindiği göz önünde bulundurulursa kendisinin zamanının ötesinde bir bilim adamı olduğu daha iyi anlaşılabilir. Kısaca 19. yy. psikiyatrik bozuklukların bir beyin hastalığı olduğu dolayısıyla da beyinde çeşitli değişikliklere yol açtığı, kronisite kazandığı, ilerleyici olduğu ve genetik olarak geçebilen tıbbi bir hastalık olduğu görüşünün kemikleştiği bir dönem olmuştur.

            Depresyon tedavisi 20. yüzyıla kadar neredeyse antik mısır ve yunan tıbbının ötesine geçememiştir. Ancak bu dönemde kaydedilen bilimsel ilerlemeler sonucunda geliştirilen birçok (psikofarmakolojik ve somatik tedaviler, psikoterapi vd.) tedavi depresyon hastalarının yaşamlarını derinden değiştirmiştir. Bu yüzyıl ayrıca psikiyatride ayırıcı tanının ve ortak tanı dilinin geliştirilebilmesi için hekimlerin hizmetine tanı kılavuzlarının (DSM; The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, ICD; The International Classification of Diseases) sunulduğu bir dönem olmuştur.  Karl Leonhard (1904–1988) ve Jules Angst (1926-?) gibi bu dönemin önemli araştırmacılarının çalışmaları ile unipolar ve bipolar depresyon birbirinden ayrılmıştır. Ancak Hagop S. Akiskal (1944–2021)’in çalışmaları, Bipolar bozukluk spektrumunun düşünülenden çok daha geniş olduğunu, dolayısıyla da unipolar depresyon ayırımının yapılmasının çok da kolay olmadığına vurgu yapmaktadır. Bu yüzyılda psikiyatri bilimine katkıları bulunan diğer birçok meslektaşımız arasından; Sigmund Freud (1856-1939), Adolf Meyer (1866–1950), Alfred Adler (1870–1937), Karl Abraham (1877–1925), Sandor Rado (1890–1972), Edward Bowlby (1907–1990), George Winokur (1925-1996), Carlo Perris (1928–2000), Paula Jean Clayton (1934–2021), Theodore Reich (1938–2003) ve Mikkel Borch-Jacobsen (1951-?)’in isimleri verilebilir.

            20. yy. bilim adamları psikiyatrik rahatsızlıklarla ilgili kara kutuyu açabildiklerini ve beyine ait birçok mekanizmayı çözmeye ve mutlak tedaviye çok yakın olduklarını düşünmekteydi. Ancak 21. yy. depresyon tanı ve tedavisinde bu iyimserliğin korunamadığı bir dönem olmuştur. Gelişen bilimsel araştırma yöntemleri öğrenebildiklerimizin, öğrenmemiz gerekenlerin çok gerisinde olduğu gerçeğiyle yüzleşmemize aracı olmuştur. Mevcut bakış açısı ile öğrenebildiklerimizin sonuna gelmiş gibi görünmekteyiz dolayısıyla bu ya da bir sonraki yüzyılda psikiyatrinin çözüm bekleyen sorunlarına farklı bir bakış açısı geliştirmemiz gerekmektedir.  

Prof. Dr. Cengiz Akkaya

KAYNAKLAR

Angst, J. (1992). Epidemiology of depression. Psychopharmacology (Berl), 106, 71-74. 

Stone, M.H. (2007). Duygudurum Bozukluklarının Tarihsel yönleri. Stein, D.J., Kupfer, D.J., Schatzberg, A.F. (Der.), Duygudurum Bozuklukları Temel Kitabı içinde (ss. 3-17). Arlington, American Psychiatric Publishing, Inc.

Oral, T. Karasevda’dan Depresyon’a Hüznün Tarihi. http://www.timucinoral.com/PDF/Karasevdadan%20Depresyona.pdf

Akiskal, H.S. (2007).  Duygudurum Bozuklukları: Tarihsel gelişimi ve kavramının Tanıtımı. Sadock, B.J., Sadock, V.A. (Der.), Kaplan and Sadock’s Comprehensive textbook of Psychiatry Sekizinci baskı içinde (ss. 1559-1575). Ankara, Güneş Kitabevi Ltd. Şti.

WIKIPEDİA. Özgür Ansiklopedi. https://www.wikipedia.org