Prof.Dr.Cengiz Akkaya
Depresyonun çekirdek belirtilerindeki düzelmenin tespiti, kısa sürede ve daha kolay ulaşılabilen bir hedef olduğu için antidepresanların klinik etkinliğini ölçmeyi hedefleyen çalışmalar, araştırılan antidepresanın etkinliğinin ispatı için çalışma sonuçlarını respons ve remisyon ölçütlerine dayandırmayı daha maliyet etkin bir yöntem olarak kabul etmişlerdir. Ancak ilerleyen yıllar ve antidepresan tedavi ile artan klinik deneyimler gerçek iyileşmenin, beynin nörogenezisi ile doğrudan bağlantılı olan işlevselliğin ölçülmesi ile tespit edilebileceğini biz klinisyenlere göstermiştir. Ancak bu daha zahmetli ve uzun süre gerektiren bir hedef olması sebebiyle çok daha yüksek maliyetli araştırılmaların yapılmasını gerektirmektedir. Bu nedenle ilaç sanayii bu durumu uzun süre boyunca yâdsıma eğilimi içerisinde olmuştur. Çünkü bu tür uzun soluklu çalışmalar yalnızca maliyetli değil, aynı zamanda da riskli çalışmalardırlar. Lakin depresyonun çekirdek belirtilerini gideren her antidepresan, işlevsellik kaybının giderilmesi üzerinde aynı olumlu etkiyi gösteremeye bilmektedir. Ayrıca depresyona cevabı respons ve remisyon parametreleri üzerinden değerlendiren çalışmaların, antidepresanların klinik etkinliklerini birbirlerinden ayırmada yetersiz kaldığı görülmektedir. Ancak hayat kalitesi ve işlevsellik düzeylerinin ölçüldüğü klinik çalışmalar, antidepresanlar arasındaki etkinlik farklılıklarının tespitinde daha faydalı olmaktadırlar (Healy, 2000; Tranter ve ark, 2002).
Antidepresanların, MDB’a bağlı olarak gelişen işlevsellikteki bozulma üzerine olumlu etkileri olduğu bilinmektedir (Cao ve ark, 2022). Ancak antidepresanların, işlevsel kaybı üzerine olumlu etkisinin depresif belirtiler üzerine olan etkilerinden bağımsız olup olmadığı ise hala üzerinde tartışılan bilinmezler arasındadır (Bosc ve ark, 1997; Dubini ve ark, 1997a; Dubini ve ark, 1997b). Antidepresanların işlevsellik üzerine farklı etkiler gösterip göstermediği ve bu farklılığının antidepresanların hangi farklı etki düzenekleri ile ilişkili olduğu üzerinde kafa yorulan konulardandır. Noradrenerjik sistemin enerji artışı, buna karşın serotonerjik sistemin ise duygu durumundaki değişimlerle bağlantılı olduğu yönünde bir takım bilimsel delillerin bulunmasına rağmen bu nörotransmitter sistemlerin etkiledikleri fonksiyonların neler oldukları hala tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu durum muhtemelen bu iki sistemin birbirleriyle birçok farklı düzenek üzerinden kurdukları girift ilişki ve etkileşimler nedeniyledir. Serotonerjik ve noradrenerjik sistemlerin işlevsellik üzerine farklı ve ortak etkileri olduğu düşünülmektedir (Paykel, 1998; Healy, 1998; Healy ve Healy 1998). Ancak noradrenerjik sistem üzerinde etkili olan antidepresanların depresyona bağlı işlev kaybının giderilmesi açısından, serotonerjik sistem üzerinden etki eden antidepresanlara üstünlüğü olduğu iddia edilmektedir (Tranter ve ark, 2002; Massana, 1998). Bununla birlikte son çalışmalar ile, serotonin ve noradrenalin gerialımını beraber engelleyen ajanların işlevsellikteki bozulma üzerine daha olumlu bir etkisi olduğu tespit edilmiştir (Cao ve ark, 2022).
Birçok nörotransmitter sistemleri ile doğrudan ve dolaylı yollarla etkileşime girerek güçlü bir antidepresan etkisi oluşturan vortioksetin, kendisine özgü olan bir multimodal etki düzeneğine sahiptir. Vortioksetin hipokampal alanda brain-derived neurotrophic factor (BDNF) düzeyini attırarak, MDB’da depresif belirtiler üzerine etkisinden bağımsız olarak bilişsel yetilerde iyileşmeye sebep olmaktadır. Bilişsel yetilerde iyileşme, nörogenez ve beynin plastik yapısında düzelme ile dolayısıyla da hayat kalitesi ve işlevsellikle doğrudan bağlantılıdır (Zejun ve ark, 2023; McIntyre ve ark, 2015). Son dönemde yapılmış çalışmalarda bu bilgiyi destekleyecek şekildedir. Vortioksetin yapılan 15 randomize kontrollü çalışmada, MDB’da işlevselliğin geri kazanımında olumlu etkisi olduğunu ispat etmiştir (Cao, 2022; Christensen ve ark, 2019). MDB tedavisinde, yaşama ait birçok alanı içeren gerçek ve uzun süreli iyileşmenin hedeflendiği yeni tedavi stratejilerine duyulan ihtiyaç her geçen gün daha da fazla karşılanıyor olsa da halen yeni araçlara ihtiyacımız devam etmektedir. Bu bağlamda yeni tedavi araçlarının günlük klinik uygulamalarda ve tedavi kılavuzlarında değişikliklere neden olması beklenen bir durumdur.