Geçmişten Günümüze Bipolar Bozukluk Tanımının Tarihsel Gelişimi-I

Bipolar bozukluk ya da dilimizdeki güncel karşılığı ile iki uçlu duygudurum bozukluğu yüzyıllardır bilinen, belki de psikiyatri biliminden daha yaşlı, en eski tanımlanmış klinik tablolarından bir tanesidir. Geçmiş çağlardan günümüze, tutarlı olarak mani ve depresyon (eski adıyla melankoli) dönemlerinin yineleyici doğasının bu klinik tanının çatısını oluşturduğu görüşü geçerliliğini korumaktadır. Psikiyatrik hastalıkları ilk sınıflandıran kişi Hipokrat (M.Ö. 460-337) olup mani, melankoli ve paranoya başlıklarında klinik tabloları gruplandırmış ve tüm hastalıkların vücut sıvı dengesindeki bozulma ile ilişkili olduğu görüşünü öne sürmüştür. Bu görüşüyle uyumlu olarak depresyona, “melas” (siyah) ve “chole” (safra) kelimelerinin birleşiminden oluşan bir isim vermiştir (Thomas ve Grey, 2016).  Mania kelimesinin etimolojik kökenine ilişkin farklı görüşler olsa da; zihnin ve ruhun aşırı rahatlaması veya gevşemesi anlamına gelen “manos” kelimesinden türediği düşünülmektedir (Akiskal, 2002). Antik Yunan medeniyetinde pek çok hekim, zihinsel bozukluklara ilişkin tanımlamalar yapmışlardır. Ancak günümüz bipolar bozukluk tanımına en yakın en eski tanımlamayı milattan sonra ikinci yüzyılda, Kapadokyalı Arataeus (MS 80-138) yapmıştır. Kronik Hastalıkların Etiyolojisi ve Semptomatolojisi (the Aetiology and Symptomatology of Chronic Diseases) isimli kitabının 5. bölümünde melankoliyi hem maninin başlangıcı hem de ayrılmaz bir parçası olarak tanımlamıştır. Görüşlerinden belki de en ilginç olanı melankolinin şiddetlenmesi ile maninin ortaya çıktığıdır, çünkü Arataeus öncesi tanımlarda mani ve melankoli ayrı birer kavram olarak ele alınmışken; bu iki klinik durumun aynı hastalığın bir parçası olduğunu ilk kez Araeteus ileri sürmüştür (Thomas ve Grey, 2016).

Sonraki yüzyıllarda bu görüşü izleyen hekimlerin başında Aegina (625-690), Paracelsus (1493-1541) İbn-i Sina (Avicenna, 980-1037) gelmektedir. Sonraki yüzyıllarda Trallesli Alexander (1567), ve Thomas Willis (1676), hastalığın kronik ve döngüsel seyrine ilişkin görüşlerini dile getirmişlerdir. Mani ve melankoli arasındaki ilişkinin rastlantısal olduğu görüşlerini savunan Timothie Bright (1550-1615), Robert Burton ve Phillipe Pinel (1745–1826) aksine; bu iki klinik sendromun aynı hastalığın farklı birer parçası olduğu görüşünü ilk dile getiren kişi  Jean-Pierre Falret olmuştur (1851). Falret, döngüsel delilik (folie circulaire) diye tanımlanabilecek kavramın içeriğini tariflerken; hastaların mani ve melankoli dönemlerinin arasında tam düzelmelerin olduğu döngüsel (dairesel) bir hastalık seyrine sahip olduğunu bildirmiştir. Benzer biçimde ve yakın tarihlerde Baillarger (1854), çifte delilik (folie â double forme) kavramını tanımlarken ara dönem düzelmelere vurgu yapmadan mani ve melankolinin birbirine dönüştüğü bir hastalık tanımlamıştı. Baillarger, Falret’in döngüsel delilik tanımlaması için intihal suçlamasında bile bulunmuş ve bu hastalığa ilişkin tanımlamayı ilk kez kendisinin yaptığını iddia etmiştir. Her ne olursa olsun, bu dönemde ortaya çıkan kavramlar “modern çağda bipolaritenin yeniden doğuşu” olarak tanımlamaktadır (Angst ve Marmeros, 2001).

Bipolar bozukluk tanımlaması ve sınıflandırmasındaki önemli dönüm noktalarından bir diğeri de, Kraeplin’in dikotomik görüşüdür. Emil Kraepelin “Conpendium” isimli psikiyatri dergisinin altıncı sayısında (1899) demantia precox (günümüzde şizofreni) ve manik depresif hastalık (günümüzde bipolar bozukluk) seyir ve klinik görüngü̈ olarak iki farklı hastalık kategorisi olduğunu iddia etmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda farklı görüşlerdeki klinisyenler bu kategorik/dikotomik görüşü eleştirmeye başlamıştır. Örneğin Eugen Bleuler, bu iki klinik durum arasındaki ilişkiyi keskin bir sınır çizgisi olmaksızın, bir süreklilik (continuum) olarak kabul ediyordu. Bleuler’in görüşüne göre, bir hasta ya baskın olarak psikotik belirtiler ya da ağırlıklı olarak manik-depresif belirtilere sahipti ve çoğu hasta bu spektrumda bir yerdeydi. Ayrıca Bleuler, hastalık seyrinde bilişsel bozulmalara vurgu yaparak Kraepelin’in erken bunama (dementia precox) kavramını yeterince açık bulmadığı için bellek, algı ve düşünmedeki bozulmaları daha iyi tanımladığını düşünerek şizofreni terimini benimsemiştir. Nitekim hayatının son dönemlerinde, Kraepelin de dikotomik görüşünü esneterek, bu iki hastalığın her zaman keskin bir biçimde ayırt edilemez olduğu görüşüne daha yakınlaşmıştır (Mondimore, 2005; Altınbaş ve ark. 2011a, Altınbaş ve ark. 2011b).1900’lü yıllar sonrası ise hastalıkların tanımlama ve sınıflandırılması, Avrupa ve Amerika kıtasında farklı seyretmiştir. Avrupa kıtasındaki profesyoneller hastalıkların biyolojik kökenlerine ilişkin çıkarımlara bağlı kalırken, Amerika kıtasındaki klinisyen ve araştırmacılar ise psikanalitik görüşün baskın etkisi ile de psikososyal etkenlerin hastalık ortaya çıkışındaki önemine vurgu yapmışlardır.

Prof. Dr. Kürşat Altınbaş

KAYNAKLAR

Akiskal HS. (2002) Classification, Diagnosis and boundaries of bipolar disorders: A review. In: Maj M, Akiskal HS, LoÂpez-Ibor JJ, Sartorius N, eds. WPA series evidence and experience in psychiatry vol 5. West Sussex, UK, John Wiley & Sons Ltd.; syf. 1-53.

Angst J, Marneros A. (2001) Bipolarity from ancient  to modern times: conception, birth and rebirth. J Affect Disord. 67:3-19.

Altınbaş K, Smith DJ, Craddock N. (2011a) Rediscovering the Bipolar Spectrum. Archives of Neuropsychiatry. 48;167-70.

Altınbaş K, Tunç S, Yazar MS, et al. (2011b) Kraepelin bugün yaşasaydı dikotomi varlığını sürdürüyor olur muydu? Düşünen Adam Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi. 24:321-30.

Mondimore FM. (2005) Kraepelin and manic-depressive insanity: An historical perspective. Int Rev Psychiatry. 1:49-52.

Thomas J, Grey I. (2016) From black bile to the bipolar spectrum: A historical review of the bipolar affective disorder concept. Arch Depress Anxiety. 2:10-15.